27 Mayıs 2020 Çarşamba





Yeni Hayat


İrem Deniz Aslan




Sanat insanların hayatlarını etkileyen önemli olayları duygularla birleştirir. Sonucunda insanların hayatlarını etkileyen eserler ortaya çıkar. Sinema sanatının hayatımızdaki yeri ise çok başkadır. Bunun nedeni her kesimden insana kolaylıkla ulaşabilmesidir. Göçler de insanların hayatını etkileyen önemli unsurlardan biridir ve sinemada konu olarak çokça kullanılmıştır.
Göçlerin insanlarının hayatını ne kadar çok etkilediğini filmlerde çok net bir şekilde görebiliyoruz. Dışlanmak, kandırılmak, daha zor bir yaşam… İşte filmlerdeki göçmenleri bekleyen yeni hayat. Filmlerde Rum göçmenlerinin “Gavur”, Almanya’daki Türk göçmenlerin “Aptal Türk”, köyden kente göçenlerin ise “Geri Kafalı” olarak adlandırılması dışlandıklarını gösteren örneklerdendir.
Mübadillerin her iki tarafta da istenmemesi, suçlanmaları, iki tarafa da ait olamayıp iki tarafı da çok sevmesi ve çektikleri özlem mübadele göçü konulu filmlerin ana temalarıdır. Ayrıca bu filmlerde göç sırasındaki zorluklardan, hiçbir şeylerini alamadan aceleyle göç etmek zorunda olduklarından, doğdukları ve büyüdükleri yerlerden istemeden zorla ayrılmak zorunda olduklarında da bahsedilir.
Köyden kente veya Almanya’ya göç konulu filmlerde köylüler samimi, saf, bilgisiz ve cahil; şehirliler ise çıkarcı, modern, ahlaksız olarak gösteriliyor. Bu filmlerde sınıf farkını, köylülerin ezildiğini, kandırıldığını ve kültürel farklılıklara uyum sağlamakta zorlandıklarını görürüz. Ayrıca bu filmlerin çoğunda göçün nedeni iş bulmak, zengin olmaktır. Ama olayda genellikle göçmenin iş bulmak ve güzel bir yaşam sürmek hayaliyle gittiği yerdeki tutunma çabaları yetersiz kalır, hayatı daha da kötüleşir. Sonuçta ’saf’ bir insan yabancı olduğu bir kültürde ve bilmediği bir şehirde ‘çıkarcı ve ahlaksız’ insanlar tarafından kandırılarak ne kadar güzel bir yaşam sürebilir ki?






İNSAN NEREDE YAŞAR ?



Berranur BOZKURT




İnsan hayatını kolay olduğu, daha iyi şartlarda yaşayacağı,her şeye kolay ulaşabileceği, doğal güzelliklerin çok olduğu, tarihi kalıntıların çok olduğu kısacası onu mutlu edecek her şeyin olduğu yerde yaşamak ister. Günümüzde insanlar daha rahat yaşamak istediği ve tüketici toplum yolunda hızla ilerlediği için üretmekten çok tüketmeye yönelik davranış sergiliyor. Bu sebeple de daha çok köy ve kasabadan; şehre,metropollere taşınıyor.

Ülkemizde nüfus, sanayinin gelişmiş olduğu yerlerde günümüzün gerekliliklerini karşılamak adına kırsal kesimlere nazaran daha yoğun ve bu durum çok olağan olduğu için günümüzde işsizlik son yıllarda yakın tarihin rekor seviyelerine ulaştığından dolayı insanlar nerede olursa olsun işin olduğu, sanayi, fabrika ve işletmelerin olduğu yerlere göç etmektedirler. Fakat nüfusun dağılışındaki tek etmen elbette sanayi değildir. Tarım alanlarının sınırlı ve ulaşımında zor olduğu yerlerde de nüfus azınlıktadır. Zengin su kaynaklarına sahip yerlerde de nüfusun çoğaldığını söyleyebiliriz. Ayrıca deniz ve göl kenarlarında nüfusun yoğun olmasının bir başka sebebi de turizmdir. 

Nüfusun farklı yoğunlukta olma sebeplerinden biri de iklimdir. İnsanoğlu her zaman ki gibi rahatına düşkün olduğu için soğuk iklimi değil sıcak, ılıman olan iklimi tercih eder.Bu yüzden sıcak olan bölgeler soğuk olan bölgelere nazaran daha kalabalıktır. Yer altı kaynaklarının çok olduğu yerlerde nüfus yoğunluğu işletmelerin artmasından dolayı fazladır. Buna örnek olarak Zonguldak’ta taş kömürü,Batman’ da ki petrolün sayesinden nüfusun artması örnek olarak verilebilir.  Ayrıca önemli ulaşım yolları üzerinde bulunan illerimizde de nüfus fazladır. 

Kayseriise 1,39 milyon nüfusuyla buna verilebilecek en güzel örneklerden bir tanesidir. Ülkemizin şu an ki nüfusu 83 milyona yakın bir değerdedir. Fakat bu 83 milyonun çoğu sanayinin geliştiği, iklimin elverişli olduğu, ulaşım ve tedarik zincirinin sorunsuz olarak gerçekleştiğimetropol gibi yerlerde yaşamaktadır. Aslında metropol gibi yerlerde yaşamanın bize getirdiği onlarca avantajın yanı sıra bizimde doğayla olan ilişkimiz giderek paraziter bir yaşama dönüşerek ondan fazlasıyla yaralanırken doğaya geri dönüşü olmayan zararlar vermekteyiz .Bu konuda verebileceğimiz en önemli örnek ise büyük şehirlerdeki hava kirliğinin son yıllarda insan sağlığı adına kritik düzeylere gelmesi ve bir çok yeraltı kaynağı bakımından zengin şehirlerin kaynaklarının tükenmesi olarak  verilebilir. 

Ülkemizin en kalabalık şehri Türkiye nüfusunun %18’inden fazlasını oluşturan ve 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul’dur. Tabi ki yukarıda örnek verdiğim çevre sorunlarının en büyük temsilcisi de bu şehrimizdir. Bir düşünelim 15 milyon insan yani Belçika, İsviçre, Avusturya ve komşumuz olan Yunanistan gibi birçok ülkeden daha kalabalıkbir şehirde bu gibi sıkıntılar nasıl yaşanmaz?

Bütün bunlardan yola çıkarak sanayileşme, tarım, yer altı kaynakları ve ulaşım nüfusu etkileyen beşeri faktörlerdendir. Beşeri etmenler insanların yaşam kolaylığı ve çalışma alanları bakımından yoğun olan yerlerde yaşamalarını etkiler. Diğerbir  taraftan iklim, yer şekilleri ve toprağın verimi ise fiziki föktörlerdendir.
.




                                    



Coğrafya Kaderimiz Midir?


                                                                                                Efe Özdemir
                          



 İbn-i Haldun’un Coğrafya kaderdir sözü çoğumuzun duyduğu ve hala tartışılan bir tezdir. Yaşadığımız coğrafyanın hayatımızda çok büyük etkileri olduğu tartışılmazdır.
Alışkanlıklarımızı, yemeğimizi, evimizi hatta kişiliğimizi etkileyen coğrafya elbette geleceğimizi de fazlasıyla etkiler. Ancak kaderimizi belirleyen başka etkenler de vardır. Azim, kararlılık gibi etkenler çoğu zaman coğrafyayı geride bırakabilmektedir.
Örneğin Nelson Mandela Apartheid rejiminin sürdüğü Güney Afrika’nın Doğu Cape eyaletinde hayata gelmiştir. Kendisine yapılan tüm kötülüklere rağmen davasından vazgeçmemiş ve sonunda hayalini kurduğu tüm bireylerin eşit haklara sahip olacağı özgürlüğe ülkesini kavuşturmuş bir liderdir.
O koşullarda dahi böyle bir başarıya imza atılabiliyor ise coğrafya tamamen kaderimiz değildir. Geleceğimiz daha çok bizlerin çabasıyla şekillenir bence. Coğrafya imkanlarımızı bir yere kadar kısıtlayabilir elbette. Belki önümüzdeki seçeneklerin çoğunu bizden alabilir. Ama kalanları değerlendirmek ve çalışmak bizim elimizdedir.
Ülkeler arasında coğrafi koşullar avantajlar ve dezavantajlar meydana getirir. Fakat bu avantajlar da doğru kullanılmadığında işe yaramayabilir. Bunu belirleyecek olan da yine ülkelerdir.
Bana kalırsa coğrafya kaderden daha çok imkandır. Kaderimizin oluşumunun sadece belli bir kısmında rol oynar.



                                


TÜRKİYE’NİN NADİDE GÜZELLERİ



Işıl Neslihan SAVAŞER



 Ülkemizin bitki örtüsünün zengin olduğunu bilmeyen yoktur herhalde. Peki, bu zenginlik nedenkaynaklanmaktadır? Neden ülkemizde yetişen bitkilerin %30’u endemiktir? Endemik ne demektir ve ülkemizdeki endemik türler nelerdir? Bu soruları sorduğunuzu duyar gibiyim. Şimdi gelin ve beraber bu soruları cevaplandıralım.
 Endemik Yunanca “Endemos (İndigenous)” yani “Yerli” kelimesinden gelmektedir. Endemik bitki, Dünya’nın sadece tek bir yerinde yetişen bitkiye verilen isimdir. Ülkemiz endemik bitkiler açısından Avrupa’dan üstün bir durumdadır. Ülkemizde yaklaşık üç bin adet endemik bitki vardır. Bu sayının yüksek olmasının temelinde “Coğrafya” yatar. Hepimizin bildiği gibi Türkiye engebeli ve dört iklimi de bünyesinde barındıran bir coğrafyaya sahiptir. Bunlar sayesinde bu kadar endemik bitkiye sahip olmamız şaşırtıcı değilaçıkçası. [Şekil 1]





Sırada sizler için özel olarak seçtiğim iki endemik bitkiyi tanıtmakta.:)
TERS LALE (Fritillariaİmperialis):
İşte karşınızda ilk güzelimiz Ters lale. (Şekil 2) Hakkari’de yetişen bu özel bitki yöre ile tamamen özdeşleşmiş durumdadır. O kadar büyüleyici bir güzelliğe sahip ki gözlerimizi üstünden bir türlü alamıyoruz. Tarih boyunca güzelliğin sembolü olmuş bir bitkidir. (Şekil3) 






Hristiyan rivayetlerine göre Hz.İsa’nın çarmıha gerilişine şahit olan Hz. Meryem’ in gözyaşlarının düştüğü yerde Ters lale yetişmeye başlamıştır. Güzelliğin sembolü olmasının yanında hüznün de sembolüdür. Bunun nedeni bir halk hikayesine göre Ferhat ile Şirin’in kavuşamamasıdır. Diğer adıyla “Ağlayan Gelin” buna tanık olduğu için boynu bükük ve rengi kırmızıdır. Aslında Anadolu topraklarında görülen büyük acıları özetleyen nadide bir bitkidir. Ters lale yeri gelmiş Osmanlı Devleti’nde saray bahçelerini süslemiş yeri gelmiş Mimar Sinan’ın ustalık eseri Selimiye Camii’ndeki bir motifolmuş yeri gelmiş halk ozanımız Aşık Veysel’in türkülerine girmiştir.
SIĞLA AĞACI(LiquidambarOrientalis):
Türkiye’de “Günlük Ağacı” olarak da bilinmektedir. (Şekil 4) Sulak ortamları çok seven sığla ağacı özellikle Fethiye-Marmaris‘te ormanları oluşturmaktadır. (Şekil 5) En eski ağaçlardan birisidir. Antik dönemden günümüze kadar gelmiş ve günümüzde tıbbi ve kozmetik alanlarında kullanımı vardır. 





Aramızda kalsın ama Kleopatra’nın güzellik sırlarını bu ağaca borçlu olduğu söylenir. :) Bu yönden sığla ağacının Türkiye’de yetişmesi bizler için oldukça büyük bir şans öyle değil mİ ? 😉
Kleopatra, sığla yağını; aşk iksiri, parfüm, bakım ve şifa amacıyla kullandığı söylenir. Aynı zamanda Hipokrat ilaç olarak kullanırken Mısırlılar mumyalama işlemleri için kullanırlarmış Sığla ağacını.
 Ülkemizde o kadar çok değerli, özel ve güzel endemik bitkiler var ki bunların hiçbirini anlata anlata bitiremeyiz. Bunun genetik bir zenginlik olduğunu unutmamalı ve gerekli önemi verip nadide güzellerin neslinin tükenmesine asla izin vermemeliyiz.



Kaynakça:


















Yeni Hayat İrem Deniz Aslan Sanat insanların hayatlarını etkileyen önemli olayları duygularla birleştirir. Sonuc...